23 Temmuz 2011 Cumartesi

Özlem Tekin Blog

http://ozlemtekinblog.blogspot.com/


Özlem hem Twitter'a hem de Blog dünyasına girdi. Şimdilik sadece video yüklüyor. İleride ne yapar bilemem ama sadece videoları açıp, kahkahasını duymak bile güzel geliyor bana.

Read more...

Adventureland


Çok sıradan. Gerçekten. Her satır, her karakter klişe. Daha önce yapılmış şeyleri alıp tekrar bir filme dönüştürmek istemiş yönetmen. Oyuncular bile daha önce oynadıkları karakterlere göre seçilmiş. Aşırıya kaçmaktan, farklı olmaktan kaçınılmış. Gişe yapsın diye çekilmiş bu film. Daha 5 dakikasından sonra bile sahneleri sırasıyla gözünde canlandırmak hiç zor değil. Böyle film yapıyorum ama şunu şunu da eleştiriyorum demek için konulmuş ama diğer olaylar arasında ezilmiş, kaynamış bunlar maalesef. Jesse Eisenberg'in başka bi' filmini de izlemem artık. Boğuluyorum.

Read more...

Drei


Geçtiğimiz İf İstanbul'da izlemiştim Tom Tykwer'in son filmi "Drei"ı. Hatta çok merak ettiğimden, en ön sıraya bile razı olmuştum. BU hafta gösterime girmiş film. Salonların dolup taşacağı yok zaten ama olur ya dolar, siz en ön sıraya oturmayın derim. Çok hareketli başlıyor film. Ekran dörde, beşe bölünüyor; takip etmek çok zor oluyor. Neyse. İnsanların sıcaktan kurtulmak için sinemaya gittikleri bir dönemde gösterime girmesi üzücü. Yine küçük bir topluluk izleyebilecek maalesef. İzlenmeyi çok hak ediyor film, o ayrı. Çok cesur sahneler, çok derin anlamlar barındırıyor. Ne desem ne anlatsam eksik kalacak. Konusunu anlatmayı denesem spoiler olacak. En iyisi gidin, izleyin bu güzel filmi.

Not: Sakın Türkiye'de kullanılan afişe bakıp, filme ön yargıyla yaklaşmayın.

Read more...

10 Temmuz 2011 Pazar

Henry's Crime


İlk 5 dakikasını izledikten sonra, filmin vasatın üzerine çıkamayacağı çok belliydi. İlk 5 dakikadan sonra izlememin nedeni ise, İFF'de izlediğim 'Gişe Memuru' ile benzerliklerinin nereye kadar gidebileceğiydi. 2 filmin ana karakteri de gişe memuru, ikisi de etliye sütlüye karışmayan tipler. Uyan, işe git, eve dön, yemek ye ve uyu. Benzerlikleri sadece bu kadar olması sevindirdi en azından. Fİlme gelirsek; eğer yönetmen hayalindeki noktaya ulaşabilseymiş, gerçekten güzel bir film olabilirmiş. Yapılmak istenen, yönetmenin samimiyeti izleyiciye geçiyor ama maalesef ortaya vasat bir film ortaya çıkmış. Önemli oyuncular var filmde. Çok mu para verdiler yoksa yönetmenin hatrına mı oynadılar bilinmez ama aşağı yukarı hepsi başarılı oyunculuklar sergilemişler. Asıl problem senaryo. Hiç vurucu değil, hiç üstüne koyamıyor. Hep aynı tempoda ilerliyor ve bu izleyeni bir noktadan sonra sıkıyor. Dikkatimizi istediği noktalara çekmeyi başaramıyor bir türlü. Bazen gereksiz ya da gereksizden çok başarısız bağlantı noktalarına yer veriyor. Zaten en başından beri tahmin edilen son da gerçekleşince(genel hatlarıyla) filmi beğendiğimi söylemek zor. Ayrıca Keanu Reeves çok yaşlanmış gibi geldi. Makyaj falan mı öyle gösterdi bilmiyorum ama onu öyle görünce ben de yaşlanmış hissettim.
Henry'e Özlem Tekin'in 'Dene'sini armağan ediyorum. "Hayal kur doya doya"

Read more...

5 Temmuz 2011 Salı

Kaledeki Yalnızlık


Volga Sorgu'yu severim ama filmi Özlem Tekin için izlemiştim. Film kariyerinin sonuna gelmiş bir kalecinin şike olaylarına karışmasını anlatıyor. Vizyon tarihi maalesef biraz erken olmuş. Keşke şimdi gösterime girseydi de, daha fazla kişi izleyebilseydi. Bugünlerde yaşanan şike olaylarında adı geçen Ümit Karan da filme destek vermek için bir sahnede rol alan isimler arasında. Filme gelirsek; ortada kalmış bir film gibi. Bir şeyler eksik sanki. Her şey çok çabuk olup, bitiyor. Karakterlere odaklanmaya fırsat kalmıyor. Eski bir kaleci olması sebebiyle Numan Çakır gayet iyi performans ortaya koymuş. Kaleye geçince sırıtmıyor. Onun oğlu rolündeki Tolga Sarıtaş da çok başarılı bana kalırsa. İlk yarıda durgun olmasına rağmen; Özlem Tekin'le iyi bir uyum tutturup, 2. yarıda açılıyor iyice. Özlem Tekin hep aynı. Enerjisi ekrandan dışarı taşıyor. Ben onu müzikal ve tiyatro sahnesine daha çok yakıştırsam da, sinema oyunculuğunun da altından iyi kalkıyor. Böyle az ve ÖZ işlerde karşımıza çıkarsa, daha da güzel olur. Kaledeki Yalnızlık kesinlikle izlemeye değer ama çok da başarılı değil.

Filmin TV'deki hiçbir tanıtımına ve galasına Volga Sorgu'nun katılmaması da garip geldi bana. Yapımcılarla arasında bi' anlaşmazlık var galiba.

Read more...

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Trust

Bu aralar izlemek için film bulamıyorum maalesef. Böyle 'ağır' konulara eğilen filmlerin çok çok güzel olması gerekiyor beğenmem için. Zaten daha önce birçok benzerleri, çok başarılı şekilde yapıldı. İnternette geçirilen zamana, sanal karakterlere aşırı bağlanmaya, ailelerin çocuklarına karşı tutumlarına, çocuk suistimali hakkında söyleyecekleri var filmin. Hepsi doğr;, anlattıkları, hep olan şeyler ama aynı zamanda bildiğimiz, izlediğimiz şeyler. Bu konularda hiç yeni bir şey eklemiyor/ekleyemiyor film. İlk yarısında evin büyük kızına odaklanmışken ve her şeyi çok daha net anlatırken; 2. yarısında babanın da öne çıkmasıyla, odağını kaybediyor sanki. Gerçek kesit gibi başlayan film, dram-gerilime doğru kayıyor. Her şey yine de güzel gidiyor diyebilecekken, filmin bitiminde "aslında bu adamlar çok uzakta değil. çocuğunuzun öğretmeni bile olabilir" gibi, işi (bana göre) ucuz bir duygu sömürüsüne dökmesi filmi benim gözümde bitirdi.

Oyunculuklar açısından gayet başarılı. Clive Owen tam bir aile babası olmuş. Kızının başına gelenlerden sonra daha da ön plana çıkmasıyla izlemesi keyifli bir hal alıyor. Başroldeki Liana Liberato zaman zaman açıklar verse de, başarılı olarak kabul edilebilir. Bu kadar ağlamasını gerektiren bir filmde daha etkili ağlamasını beklerdim ama olsun. Film hakkında bir şeyler okumadan izlemeye başladığım için, film boyunca kendisini Madeline Carroll (Flipped) niyetiyle izledim. Belki de o yüzden daha iyisini bekledim hep; bilemiyorum. Sonuçta TV'de gösterilse, anne-babaların oturup "vah vah" eşliğinde izleyebileceği bir film olmuş. Beni pek çekmedi maalesef.

Read more...

3 Temmuz 2011 Pazar

Win Win


"The Visitor", "The Station Agent" filmlerinin yönetmeninin son işi "Win Win". Hem yönetmenin önceki işlerinden, hem oyunculardan, hem de afişinden ne tarz bir film olduğunu çıkarmak zor olmasa gerek. Olay örgüsü, kurgusu, karakterleri nasıl olmalıysa öyle. Bu kadar tahmin edilebilir bir film kimilerini sıkabilir ama ben nedense sevmemezlik yapamıyorum bu Amerikan bağımsızlarına. Paul Giamatti'nin her ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu bilsem de, iş filmlerini izlemeye gelince sıkılıyorum, daralıyorum. "The Office"de izleyip, aşık olduğum Amy Ryan ve biraz da yönetmenin hatrına izledim ve Paul Giamatti korkusunu da atmış gibiyim sanki üzerimden. Oldukça klasik ama oldukça da güzel ve neşeli bir film olmuş "Win Win". Bütün durumları ortada, derin anlamları olmayan başarılı bir "feel good movie". En azından ben mutlu hissediyordum film bittiğinde.

Read more...

  © Blogger templates ProBlogger Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP