25 Ocak 2012 Çarşamba

2012 Oscar Aday Adayları 3 - Terraferma (İtalya)


İtalyan sinemasını sevemedim bir türlü. Sanırım son yıllardaki en başarılı yönetmenleri Ferzan Özpetek. Onun filmleri dışında kayda değer bir İtalyan filmi izlemedim desem yeridir. Hepsi çok kötü, izlenmeyecek filmler demek değil istediğim. Karakteri olan, izleyeni etkileyen, anlatacakları olan filmlerden bahsediyorum. Terraferma'nın anlatacakları var aslında. Afrika'dan deniz yoluyla İtalya'ya(Avrupa'ya) girmeye çalışan göçmenleri anlatıyor. Bunu yaparken de odağına balıkçılık yapan bir aileyi koyuyor.Bu aile bir gün denize açıldıklarında, bir gemi dolusu kaçak göçmen görmeleriyle başlıyor bütün olaylar. Sahil güvenliğe haber veriyorlar vermesine de, hamile olan bir kadını polise teslim etmeyi doğru bulmuyorlar ve evlerinde saklamaya başlıyorlar. Gemiye aldıkları birkaç diğer göçmen yüzünden başları polisle derde giriyor. Tekneleri mühürleniyor vs...
Dikkat çekmek için yeterli bir konusu var filmin ama bunu işlemeyi beceremiyor maalesef. Bütün olaylar klasik bir şekilde, olması gereken sırayla gerçekleşiyor. İçi klişelerle dolu nutuklar atılıyor, aralara 'biraz da eğlenelim' tadında çok kopuk sahneler koyuluyor; kısacası olmuyor. Elindeki konuya farklı açıdan yaklaşamıyor. Yönetmen garanti yolu seçmiş ama bence onu bile başaramamış. Belki birazı İtalyancanın bana garip gelmesinden olabilir ama oyunculardan beğendiğim olmadı. Onlar da - belki de yönetmenin tavsiyesiyle- daha önce izledikleri karakterlere benzemeye çalışmışlar. Sonuç olarak, sıradan kurgusu, klişe olay örgüsü ve kötü oyunculuklarıyla vasat bir film çıkmış ortaya. Oysa ilk sahne bittiğinde, güzel bir film izleyeceğime sevinmeye başlamıştım ama devamını getiremedi maalesef. Bu filme kim, neden ödül verir bilemiyorum. İtalyan sinemasına olmayan sevgim daha da azaldı diyebilirim. İtalya'ya bir tane daha yönetmen versek iyi olacak gibi, bir Ferzan'a daha ihtiyaçları var.

Read more...

24 Ocak 2012 Salı

2012 Oscar Aday Adayları 2 - Rundskop (Belçika)


Belçika'nın adayı Rundskop, birkaç saat önce açıklandığı üzere son beş film arasına girmeyi hak edenlerden. Filmin büyük festivallerde kazandığı bir başarısı yok, yönetmenin tanınmışlığı da yok; hatta ilk uzun metrajı ama Oscar adayı oluverdi. Belçika'da dil sınırında bir kasabada geçiyor film. Hayvan yetiştiriciliği ve bu sektörün perde arkasını konu edinir gibi görünüp, daha çok insani bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Pan'ın Labirenti'ni sevmemin büyük bir nedeni de burada da olduğu gibi 2 farklı hikayeyi çok dengeli bir şekilde anlatmasıydı. Burada iki hikayeden kastım, 1-Hayvan yetiştiriciliği, 2-ana karakterimizin yaşadıkları. Aslında sıkı sıkıya bağlanmış gibi gözükseler de, yönetmen bir şekilde ayırmayı becermiş bunları. Ana karakterini oluşturmakta inanılmaz başarılı film. Çok güzel yazılmış, bizlerin önüne serilmesi de çok başarılı. Ana karakterin motivasyonlarını, ruh halini anlamamız için tercih edilen kurgu tekniği başarılı. Yapılmamış, orjinal bir şey değil ama amacına çok güzel hizmet ediyor. Başrol oyuncusuna da bu güzel karakteri oynamak kalıyor. Hakkını yemeyelim; o da gerçekten sağlam bir performans ortaya koymuş. Yaptığı bazı jestler, yönetmenin mi yoksa onun fikri mi bilmiyorum ama bütünüyle karakterini oturtmuş. Boğa-insan karışımı bir canlı çıkmış ortaya. Bazen sadece içgüdüleriyle hareket ediyor, sinirlendiğinde kafasını bir yerlere dayayıp nefes alıp veriyor. Çok güzel detaylar oluşturmuşlar. Yalnız yan karakterleri oluşturmada biraz eksik kalmış sanki. Bazı önemli olması gerekenler atlanmış, çok üzerlerinde durulmamış gibi. Genel olarak bakıldığında, bu yönetmenin ilk uzun metraj denemesi ve ortaya çıkan iş muazzam.

Read more...

23 Ocak 2012 Pazartesi

2012 Oscar Aday Adayları 1 - Bir Zamanlar Anadolu'da (Türkiye)


Türkiye'nin adayı Nuri Bilge'nin son filmi "Bir Zamanlar Anadolu'da"oldu. Geçtiğimiz senenin en çok ses getiren Türk filmi oldu diyebiliriz herhalde. Reha Erdem'den de ses çıkmayınca yılın en iyi filmi de diyebiliriz rahatlıkla. Nuri Bilge'yi çok beğenmezdim aslında. Biraz yapay, fazla kuralına göre gelirdi filmleri. Bir önceki filmi "Üç Maymun"u da hiç beğenmemiştim mesela. Bu sefer başka ama. Bu sefer her şeyi tam yapmış Nuri Bilge. Türk sinemasında en iyi film listelerine rahatlıkla girecek bir film. Çok gerçek bir atmosfer, başarılı oyuncu seçimi ve yönetiminin getirdiği sağlam oyunculuklar filmi taşıyan özellikler. Bence en önemlisi ise diyaloglardaki başarısı. Hepsi inandırıcı, hepsi amaca yönelik. Kimse boşa konuşmuyor, kimse konuşurken uçmuyor da. Her türlü izleyicinin zevk alabileceği türden diyaloglar mevcut. Birkaç kamera açısı beni rahatsız etti ama sadece o kadar.


Nuri Bilge'nin yapımcısı Zeynep Özbatur aslında işini bilen, iyi yapan biri ama oscar konusunda biraz eksik kaldı sanırım. İki buçuk saatlik, nispeten yavaş ilerleyen bir filmin oscar adayı olması zor tabi ama gerçekten çok başarılı bir film bu ve en azından kısa listeye girmeyi hak ediyordu bence. Türkiye adına "Bir Zamanlar Anadolu'da"nın gönderilmesi en mantıklısıydı. Olmadı ama olsun. Hem senenin en iyisi, hem de yurt dışında en çok bilinen yönetmenimizin filmi. Nereden baksan doğru bir karar seçilmesi. Bir sonraki sefere demekten başka bir çare yok artık. Belki de bir sonraki filminde Meltem Cumbul'u oynatır da şansı daha çok olur.

Read more...

21 Ocak 2012 Cumartesi

Dreileben



Bu tarz işleri seviyorum. Bir konu, 3 farklı yönetmen, 3 farklı hikaye... Aynı ortamda geçen, birbirine bir noktada bağlı 3 bambaşka film. Alman televizyonları için yapıldı filmler ama İstanbul'da fırsatı oldu. Goethe Institut bu üçlemeyi İstanbul'dakilerin seyrine 2 kez sundu ve ikisini de şehir dışında olduğum için kaçırdım. Fırsat bulup izleyebilenler eminim daha çok zevk almışlardır.

Bir ana konunun etrafında dallanan farklı hikayeleri anlatıyor filmler. Hasta annesini ziyarete getirildiği hastaneden kaçan bir katil; 3 filmin de tek ortak noktası bu karakter.


Üçlemenin ilk filmi "Etwas Besseres Als Den Tod", son yıllarda yaptıkları ile benim için 'merak edilen' Alman yönetmen Christian Petzold tarafından yönetiliyor. Sanırım üçlemenin en iyi ayağı da bu film oluyor. Bir hastane çalışanın, tanıştığı göçmen bir kızla başlayan ilişkisine, arzularına, hırslarına ve bu arzularına ulaşmak için yapabileceklerine odaklanıyor. Yönetmenin ortam yaratmadaki başarısı sayesinde çok kolay inanılıyor, çok kolay içine girilebiliyor filmin. Gri-mavi tonlar yakışıyor filme, bazen olabildiğince soğuk bazen de samimi. Uzaktan çekimler ve dış sesler ile verilen 'gözetlenme' duygusu, bu ilişki yaşanırken dışarıda hala bir katilin olduğunu hiç unutturmuyor izleyiciye. Güzel yazılmış diyaloglarıyla, seyirciyi düşünmeye sevk eden gerilimli bir film çıkartmış ortaya yönetmen.

2. film "Komm Mir Nicht Nach"ın yönetmeni ise Dominik Graf. Katili yakalamak için şehre gelenbir kadın polis memuru etrafında gelişen olayları konu ediniyor film. Polis memuru orada yaşayan kız arkadaşının evinde kalmaya başlıyor ve böylelikle eski defterler açılıyor. Bence çok fazla noktaya değinmeye çalışıyor ve konudan uzaklaşıyor. Bir şekilde hepsini bir sona ulaştırmaya çalışıyor ama ne kadar başarılı oluyor bu konuda, tartışılır. Böylece serinin en zayıf filmi oluyor maalesef.


3. film "Eine Minute Dunkel" ise hep konuşulan, her iki filme de konu olan katile odaklanıyor. Katilin kaçışını izliyoruz film boyunca. Kaçış sırasında onun kişiliğini, onu bunları yapmaya iten motivasyonları görüyoruz teker teker. Orman içinde katil ile birlikte kayboluyoruz, beraber kaçmaya çalışıyoruz. Yönetmen, katile sempati uyandırmada çok başarılı. Diğer türlü çekilmez bir film olurdu herhalde. Sonuç olarak başarılı bir kaçış filmi çıkmış ortaya.

Birkaç ay önce nete düşmüşlerdi ama daha altyazıları yoktu. Artık altyazıları da mümkün sanırım. İzlememek için bir sebep yok. Alman sinemasını sevenler için büyük bir eğlence olacak, bilmeyenler için ise güzel bir başlangıç.

Read more...

  © Blogger templates ProBlogger Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP