30 Nisan 2009 Perşembe

The Burning Plain




Babel, The Three Burials of Melquiades Estrada, Amores Perros ve 21 Grams'ın senaristinin ilk yönetmenlik deneyimi herhalde. Bu sene If'te gösterilmişti Guillermo Arriaga'nın bu filmi. Malesef senaryo açısından önceki eserleri kadar başarılı olamamış bu sefer ama tarzı yine değişmemiş. Kesişen hayatları yine çok iyi işlemiş. İşini şansa bırakmamış tanıdık iyi oyuncularla çalışmış. Charlize Theron ve Kim Basinger kötü olmasalarda pek te harika performanslar sergilemiyorlar ne yazık ki. Filmin kayda değer tek tarafı kurgusu olmuş. Hoş, bir süre sonra izleyiciyi zorlamayı bırakıyor ve pek bir özelliği kalmıyor ama iyi sonuçta. Hiç sıkılmadan izlenebilir ama bittiğinde akıllarda yer eden sahnesinin olmadığı (Charlize Theron'u çıplak görmek herzaman etkileyicidir, onu saymadım o yüzden), pek sıradan bir film olmuş. İnşallah daha iyileri gelir diye düşünmek kalıyor sadece.

Read more...

29 Nisan 2009 Çarşamba

Kirschblüten - Hanami / Cherry Blossoms


Çok özlemişim ben böyle filmleri. Tam kararında bir mizah duygusuda içeren hüzünlü bir aşk hikayesi denilebilir herhalde film için. Rudi ve Trudi'nin hikayesi...

Farklılığı sevmeyen, sadece işine gidip gelmek isteyen, çocuklarına yeterince özen göstermemiş bir baba Rudi. Trudi ise kendini ailesine adamış, kendini 2. plana atmış, Butoh dansçısı olmak siteyen bir anne. Filmin başında Rudi'nin hasta olduğunu ve büyük ihtimal pek yaşamayacağını öğreniyor Trudi ve her nekadar bundan hoşlanmayacağını bilse de çocuklarını görmek için yollara döküyor onu. Kendilerininde söyledikleri gibi ne onlar çocuklarını tanıyorlar ne de çocukları onları aslında. Çocukları ne zaman ayırabiliyorlar ne de zaman ayırmak istiyorlar onlara, birbirlerine göndermeye çalışmaktan başka bir şey yaptıkları yok. Biz Rudi'nin yakında öleceğini düşünürken, Trudi ölüveriyor birden. Bu olaydan sonra herkes herzaman olduğu gibi ona daha iyi davranmalıydım moduna giriyor ama Rudi daha başka hissetmeye başlıyor. Onun o mükemmel rutininin en önemli parçası yok oluyor birden, çok özlüyor onu. Trudi'nin hep istediği ama kendisi yüzünden gerçekleştiremediği Japonya hayalini onun yerine gerçekleştirmeye koyuluyor en sonunda. Gidiyor gitmesine Japonya'daki oğlunun yanına ama diğerlerinin yanında olduğu gibi orda da hoş karşılanmıyor ama pekte takmıyor bu durumu, onun amacı başka zaten. Giyiyor Trudinin kıyafetlerini gezdiriyor ona Japonyayı, gösteriyor o merak ettiği kiraz çiçeklerini. Bu turlarından birinde bir Butoh dançsı Yu ile tanışıyor ve onunla gezmeye başlıyorlar artık. ve soruyor Rudi;
-Trudi nerde, hiç anlamıyorum.
Vücudu nerde?
Onun hatıraları benim bedenimde,
Fakat benim bedenim burda olmadığında,
Trudi nerde olacak?



İkisi birlikte gerçekten mutlu olmaya çalışırken Rudi'nin hastalığıda ilerliyor yavaştan. Pek göz önüne sürülmesede hissettiriyor yönetmen. Ve yolculuğun son durağına geliyorlar, Fuji dağına...
Utangaç çıkıyor dağ, birkaç gün göstermiyor kendini onlara ama sonra birgün çıkıyor ortaya, Rudi son anlarında hissediyor Trudi'yi, Fuji dağının şahitliğinde bir kez daha 'bir' oluyorlar ve gerçekten mutlu oluyor sonunda Rudi. Çocukları yine anlamıyorlar onları ama olsun o mutlu oluyor sonuçta.

Çok ince ve güzel detaylarla örülmüş film. Filmin en başında Rudi'nin yaptığı lağana sarması, sonradan karşımıza yine çok güzel şekillerde çıkıyor ve afişindeki o harika sahnenin oluşmasına neden oluyor. En sevdiğim sahneler Rudi ve Yu'nun yarım yamalak ingilizceleriyle birbirlerine bi sevdiklerini anlatmaya çalıştıkları sahneler(Trudi/Annesi). Yu'nun annesi bi ördekken, Trudi ise vahşi bir kediymiş meğersem ama kafeslenmiş. Filmin tek kötü yanı ise bana bazen bir tv filmi havası veren çekimleri.
Yönetmenin izlediğim ilk filmi ama diğer filmlerini merak etmek için çok iyi nedenler verdi bana. Karşılacağız herhalde artık daha fazla

Read more...

L'enfant / The Child


Dardenne kardeşler 2005 te yapmış filmi ama bize izlemek yeni kısmet oldu. 'Unmade Beds' te izledikten sonra herhalde aşık olduğum Deborah François için izlemiştim bu filmi. Filmden beklentimin olmayışından mıdır bilmem ama çok sevdim ben filmi.

Filmin en iyi yanı bence ismi. Daha güzel bir isim olamazdı herhalde, çünkü o kadar fazla çocuk var ki ortada. 2 tane artık anne-baba olmuş 20li yaşlarda çocuk ve onların yeni doğanı, ve bu çocuklara hırsızlık yapmak için yardım eden çocuklar...

Bruno (baba) 2 küçük çocuktan oluşan hırsızlık çetesi patronu, her şeyi o ayarlıyor. Harcama yapmaktan kaçınmıyor çünkü nasıl olsa her zaman para kazanabilir diye düşünüyor. İlk başlarda çocuğuna pek ilgi göstermiyor ve iş yaptığı biri kendisine bebek piyasasından bahsedince, anneden habersiz şekilde satmaya kalkışıyor, yaptığının yanlış bir tarafı olduğunuda düşünmüyor bunu yaparken, çünkü her zaman bir tane daha yapabilirler... Filmin heyecanlı kısmı bundan sonra başlıyor zaten, Sonia (anne), birden büyüyüveriyor ve araları bozuluyor. Bruno bebeği geri almaya çalışırken, başı daha beter şekilde belaya giriyor, onu düzeltmeye çalışırken daha da beter oluyor. 5 Kuruşa muhtaç kalıyor, bazen uyuyacak yer bulamıyor. O da bu süre içinde bir şeylerin farkına varıyor ki, artık bazı hareketlerinin sorumluluklarını almayı öğreniyor ve büyümeye başlıyor.


Sonia da Bruno'nun hareketlerindeki samimiyete inanıyor olsa gerek, bir açıdan mutlu bitiyor film. 2 filmlerini izlememe rağmen büyük hayranları olmaya başladığım Dardenne kardeşler bu filmde harikalar yaratmışlar. Karakterleri öyle oluşturmuşlar ki, onlarla oynamak , onları değiştirmek hiç zor olmamış. Bu değişim duygusunuda sonuna kadar hissettirmişler bize.Bunların yanında oyuncularında hakkını yememek lazım tabi, özellikle Jeremie Renier pek başarılı ve sürüklüyor filmi.

Read more...

Canım Ailem / 1

İlk bir-iki hafta diziye "amaan Türk dizisi işte, kesin izlenmez" dediğim doğru ama sonra bir kaptırmışım ki kendimi binlerce bölüm olmuş izlediğim. Hoş, diziyi sevdiğim kadar nefrette ediyorum ama daha çok seviyorum galiba. Son bölümlerdeki senaryo klişeleri canımı sıksada izlemeden edemiyorum.

Vallahi ben bu diziyi Samim Meliha'yla, Meliha Feride'yle vb. karşılıklı döktürme sahneleri için izliyorum, onlar olmayınca canım sıkılıyor, dizideki farklı şeylere takılıyorum iyice canım sıkılıyor.
Talihi Kenan yüzünden pek iyi olmayan ama hep gülen Peri Kızını ağlattılarya bu bölümde hiçbir şey demiyorum artık.Biz onun Meliha'yla Samim konusunda dalga geçmelerini, ellerini kalp gibi yapıp şarkı söylemelerini, "N'olcak be ablam" demelerini sevdik, onu niye bu ağlatma , acındırma olaylarına bulaştırırsın be senarist, zaten yok Mertcan'ı alcaklarmış yok bizimkiler hırsızlık yapmış gibi sonradan tatlıya bağlancak konularla yeterince hüzün yaratıyorsun, bari Feride'yi rahat bırak.

Bu olayların tek iyi yanı Feride'yi önümüzdeki bölüm daha sık göreceğimizdir, daha en başından beri dediğimide tekrarlamak istiyorum. Feride Halim'le evlenir valla.

Ayrıca Sezgi Mengi ve 'Türkiye'nin En Güzel Kızı'(ortanca kardeş) nın oyunculuklarına birinin bi' dur demesi lazım artık, ekranda onlar varken bir şey yememeye özen gösteriyorum ki, çıkarmayayım. Her sahnede aynı modda olmaz ki canım bir insan. Mertcan kardeşlerin en iyi rol keseni valla.

Not: "Türkiye'nin en iyi ..." kalıbı için başka bir örnek

İbrahim Üzülmez Türkiye'nin en iyi sol bekidir.

Not2: Sevilmez mi bu yahu
http://www.youtube.com/watch?v=r1d0mJb5B0U

Read more...

Ne? Kayıtta mısın?

Bende bir şeyler yazayım dedim.
Bakalım neler olacak ya da olacak mı?

Read more...

  © Blogger templates ProBlogger Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP