18 Mart 2012 Pazar

2012 Oscar Aday Adayları 22 - Ang babae sa septic tank (Filipinler)


Filipinlerin oscar aday adayı 2 hafta sonra başlayacak olan İstanbul Film Festivalinin de programında yer alıyor. Filmi indirip, birkaç noktasına tıkladığımda sıkıcı bir film gibi geldiği için, izlemeyi ertelemiştim. Filmin tam da benim yakındığım bir konu hakkında olduğunu anlayınca, festivaldeki gösterimine bilet almadığım için üzüldüm. Klasik bir 'yoksulluk acındırısı(?)' filmi gibi başlıyor film. Dış ses anlatıyor; 7 çocuğunu besleyemeyen ve bu yüzden çocuklarını pedofillere satmak zorunda kalan Mila susuyor. Sizi filmi kapatma noktasına getirdiği anda film yön değiştiriyor ve aslında az önce anlattığım filmi çekmek isteyen genç 'indie' yönetmen ve yapımcısının düşüncelerini anlattığını gösteriyor. Yönetmen ve yapımcısı Filipinlerin son dönemde uluslararası festivallerde bolca ödüller alan yoksulluk temalı filmlerden birini çekip, festival festival dolaşmayı düşlüyor. Klasik hikayeleri hazır, sadece bunu daha ne kadar daha dramatik hale getirebileceklerini ve başrol oyuncularını bulmaları gerekli.


Filipinli yönetmen ve yapımcılar, ünlü festival yönetimleri ve dünyanın Filipinlere olan bakışını güzelce iğneliyorlar. Bunu yaparken, iyice uç noktalara gitmekten kaçınmamaları filmi gerçekten başarılı yapıyor. Ayakları da hiç yerden kesilmiyor ve gerçekliği, anlatıklarının değeri hiçbir noktada azalmıyor. Bir de baş roldeki Eugene Domingo'nun filmin tam ihtiyacı olan tarzdaki performansı filmin seyir zevkini iyice arttırıyor. Filmin çoğu (neredeyse hepsi) sadece bir günü anlattığı için, filmin kapanışının nasıl olacağını çok merak ediyordum. Havada kalması bütün büyüsünü bozabilirdi ama son sahne gerçekten çok iyi düşünülmüş. Gülmeyi hiç düşünmüyorken, oldukça eğlendirdi beni film. İstanbul Film Festivalini takip edebilecek olanlar kaçırmasın derim.

Read more...

10 Mart 2012 Cumartesi

Mientras Duermes


[REC] serisinin yönetmeni Jaume Balaguero'nun son filmi 'Mientras Duermes' ingilizcesi 'Sleep Tight'. Yönetmen korku filminin öğelerini nasıl kullanacağını çok iyi biliyor. Gerçekten en ince ayrıntısına kadar düşünülüp, her olayı bir mantığa oturtan filmlerden biraz uzakta duruyor film. Planlanan olaylar tamam güzel öte yandan sıradışı bir tarafları yok; ama basit de değiller. Rahatsız eden, karakterin fazla şanslı olması. İzlerken onun da farkına varmıyorsunuz ama film bitip, biraz düşünüce akla geliyor biraz biraz. Bunların dışında filmin girişi çok başarılı. Nereden vuracağını hiç kestiremiyorsunuz. Birdenbire bambaşka bir yol sapıyor film ve yükselttiği temposunu, sürekli arttırarak bitiyor. Başroldeki Luis Tosar, daha önce 'Celda 211'de bir psikopatı canlandırmıştı. Bu sefer farklı yönde bir psikopat nasıl olunur, onu da gösteriyor bizlere. Psikopat rollerinin vazgeçilmez oyuncusu olmaya aday sanırım. Yan rollere çok önem verilmemiş, seyircinin onlarla bağ kurmasının önüne geçilmeye çalışılmış. O yüzden oyunculukları ön plana çıkmıyor ama küçük oyuncular bile, gerçek bir profesyonel edasıyla oynamış. Gerilim ve korku filmlerini sevenler izlesin derim. İstanbul Film Festivalinin 'Gece yarısı kuşağı'na yakışırdı film.

Read more...

8 Mart 2012 Perşembe

2012 Oscar Aday Adayları 21 - La guerre est déclarée (Fransa)


Valerie Donzelli ve Jeremie Elkaim beraber yazmış ve oynamış; Valerie Donzelli yönetmiş. İlk birliktelikleri de değil bu ikilinin. Daha önce bir filmde yine beraber çalışmışlar. Daha önce beraber çalıştıkları, birbirlerini tanıdıkları ve birbirlerinin dillerinden anladıkları çok belli. Kimyası tutmuş bence. Genç bir çiftin, ilk bebeklerine neredeyse doğduğu gibi kanser teşhisi konmasıyla, alt üst olan dünyalarını anlatıyor film. Ben filmin konusunu okumadan izlemeye başladığım için, klasik bir fransız çift hikayesi izleyeceğimi düşündüm ama oldukça şaşırttı beni. Kanser hastalarının ve yakınlarının çektiklerine çok yakından şahit olmadım ama filmin bana yaşattığı duygu 'olanlar gerçekmiş, her şey böyle olmalıymış' oldu. Yönetmen biraz sönük kalmış bence. Senaryo ve oyunculuklar öne çıkarılmak istenmiş ya da çıkmak zorunda kalmış gibi. Yönetmeni hissettiğim filmleri daha çok seviyorum sanırım. Benim gözümde 'en iyi film' yerine 'jüri özel ödülü' alması gereken filmlerden biri. Oscar aday adayları izlediği o kadar boş filmden 5-10 gömlek üstün.

Read more...

7 Mart 2012 Çarşamba

2012 Oscar Aday Adayları 20 - Belvedere (Bosna-Hersek)


Savaştan 15 yıl sonrasında, 'Belvedere' kampında kalanlardan yola çıkarak, savaşın geride bıraktıklarını anlatıyor film. Bu tarz filmlerde gerçek duygu ve samimiyet arıyorum ben. Onlar olmadan eksik kalıyor bu filmler. 'Belvedere' de derdini anlatmayı başarıyor belki de ama yönetmenin etkisi sadece teknik anlamda oluyor filme. Birkaç hata ve göz tırmalayan sahneler var ama onların dışında güzel de bir iş çıkarmış yönetmen ve ekibi. Sorun, sadece anlatmak istediğini düşünmem, daha fazlası değil. Her açıdan vasatın üstünde film. Senaryosu başarılı, ortalama oyunculuklar, stilize bir yönetim... Dahası yok, bu kadar.

Read more...

6 Mart 2012 Salı

Özlem Tekin - Tarlalar


Bu şarkıdan yola çıkarak film yapılsın istiyorum. Yönetmeni Reha Erdem olsun; müziklerini Özlem Tekin yapsın.

Rüyamda sevgiyi buldum
Rüyamda saf insanı buldum

Uyandığımda yer gök siyah
Uyandığımda duvarlar kan
Ruhumda ağır bir günah
Vahşet dolu yüzler, yine berbat bir sabah

Read more...

2012 Oscar Aday Adayları 19 - SuperClásico (Danimarka)

2011'in oscar galibi Danimarka bu sene de son dakikalara kadar oscarı kovalamaya çalıştı ama son 5 film arasına giremedi. Bana kalırsa oscar aday adaylığı bile verilmemesi gereken bir film, o ayrı. Ole Christian Madsen sadece bir filmi, Prag, izlediğim bir yönetmen ama ismini, başarısını duymuştum bolca. Yönetmenlerin sürekli aynı tarzda film çıkarmamaları gerektiğini, en azından ufak değişiklikler yapmaları gerektiğini düşünmüşümdür hep. Ama maalesef Ole Christian Madsen'e yakışmamış bu tür değişikliği. Prag, ağır, simgelerle dolu ve bolca düşündüren bir filmdi; SuperClásico ise basit bir senaryoya sahip, komedi ağırlıklı ve komediden faydalanarak dramatik olmaya çalışan bir film. İlk göze çarpan senaryonun çok dağınık olması. Birden parçalara bölünüyor ve toparlanmıyor neredeyse film bitene kadar. Dağınıklığın dışında, gereksiz, ana hikayeye pek de yarar sağlamayan olaylar fışkırıyor boş yere, sanki reklam almışlar da oraları mecburen eklemişler gibi. Karakterler bu tarz filmlerde sürekli karşılaştığımız kişilerden farklılaşamıyor; senaryo da bize ayrılık hakkında benzerlerinden farklı bir şey veremeyince, sıkıla sıkıla izliyorsunuz filmi. Mis gibi "Bir Zamanlar Anadolu'da" duruken bu filmin son dokuza girmesi çok şaşırtıcı.

Read more...

  © Blogger templates ProBlogger Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP