22 Şubat 2012 Çarşamba
21 Şubat 2012 Salı
2012 Oscar Aday Adayları 17 - Tropa de Elite 2 - O Inimigo Agora É Outro (Brezilya)
20 Şubat 2012 Pazartesi
2012 Oscar Aday adayları 16 - Sedamdeset i dva dana (Hırvatistan)
2012 Oscar Aday Adayları 15 - Miss Bala (Meksika)
14 Şubat 2012 Salı
2012 Oscar Aday Adayları 14 - Go-ji-jeon (Güney Kore)
Güney Kore'nin oscar aday adayı da bir savaş filmi. Sanırım aralarında 'savaş filmi' etiketini en fazla hak eden de bu. Güney Kore - Kuzey Kore savaşını anlatıyor film. Savaş sırasında görüşmelere geçilmiş. Bir şekilde anlaşıp, sınırlar çizilmek isteniyor ama bir yandan da savaş devam ediyor. Sınır konusunda anlaşamamalarının büyük bir nedeni de, büyük bir öneme sahip olan bir tepe. Bu tepeyi elinde bulunduran daha avantajlı oluyor. Bu yüzden tepe sürekli el değiştiriyor. Tabi bu el değiştirmeler sırasında iki taraf da büyük zayiatlar veriyor. Orada savaşan askerler de değişmeye başlıyor. Güney Kore tarafında şüpheli olaylar olmaya başlayınca; cephedeki olayları araştırmak amaçlı bir asker oraya gönderiliyor.
11 Şubat 2012 Cumartesi
2012 Oscar Aday Adayları 13 - As If I am not There (İrlanda)
10 Şubat 2012 Cuma
2012 Oscar Aday Adayları 12 - Jin líng shí san chai (Çin)
7 Şubat 2012 Salı
2012 Oscar Aday Adayları 11 - Svinalängorna (İsveç)
6 Şubat 2012 Pazartesi
2012 Oscar Aday Adayları 10 – Morgen (Romanya)
Son yıllarda oldukça iyi filmler çıkıyor Romanya sinemasından. Çoğu festivalde yer buluyorlar, birçok da ödül alıyorlar. ‘Morgen’ ödül kazanmamış ama tam bir festival filmi. Almanya’ya gitmek isteyen bir Türk göçmenin ona ‘yardım edenler’ tarafından Romanya’da bırakılması ardından yaşananları anlatıyor film. Göçmenin hikayesini değil, onu bulup, yardım etmeye çalışan bir Romanyalı’nın hikayesini anlatıyor. Zaten dertli olan başına, bir dert daha ekliyor Nelu. Çeşitli yöntemlerle sınırı geçmesine yardımcı olmayı deniyor. Taraftar grubuna katılıp, ülke dışındaki deplasmana gitmeyi de deniyorlar, yol işçilerine katılıp sınır kapısından geçmeyi de. Göçmenlere uygulanan bu tutuma ve Avrupa Birliği’nin sınır kurallarına eleştiri getiriyor. Hikayesine gerçekten inandıran, karakterlerini sevdiren ve empati kurmayı kolaylaştıran bir yapısı var filmin. Sıradan insanların hayatlarına çok gerçekçi bir şekilde ışık tutuyor. Onların dertlerini, sorumluluklarını, eğlencelerini vs. iyi gözlemlemiş ve başarılı bir set oluşturmuşlar. Özellikle sanat yönetmenini tebrik etmek gerekiyor. Göçmen sadece Türkçe, Nelu da Romence konuştuğu için gürültü sahneler ortaya çıkmış ama dili anlamasalar da, birbirleriyle anlaşıyorlar. Bütün bunların dışında ‘insan olmaya’ da değiniyor film. Günümüzde yardıma ihtiyacı olan birini görünce başına bela almamak için görmezden gelen ve yakınından dahi geçmeyen insanlara, insanlığı öğretiyor biraz da. Kaçak göçmen olduğu için hapse atılması istenen Behran için, “Bu adam size ne yaptı?” diye haklı bir şekilde soruyor polise. Ne yazık ki sadece onun bu duruma kafa tutmasıyla hiçbir şey değişmiyor ve polisler bir hayvan gibi ‘avlamaya’ devam ediyor kaçak göçmenleri. İtalya’nın da Oscar aday adayı (Terraferma) bu konuyu işliyor ama ne bu kadar samimi ve özgün ne de insancıl olabiliyor. Gösterişli bir film olmadığından dolayı son dokuz film arasına, dolayısıyla da son beş filme kalamadı ama izlenmeyi hak eden filmlerden ‘Morgen’.
Read more...5 Şubat 2012 Pazar
2012 Oscar Aday Adayları 9 – Jodaeiye Nader az Simin (İran)
İstanbul Film Festivali’nde beraber film izleyelim diyen arkadaşıma Cuma günü için 11.00 ve 13.30 seanslarına bilet almıştım. İlk film çok çok kötü çıkınca, ikinci film yani ‘Bir Ayrılık’ için “Bu çok iyi bak, izlediğin en iyi filmlerden olacak” dediğimi hatırlıyorum. İyi çıkmasını bekliyordum; sonuçta Berlin’den büyük ödülle dönmüş bir filmdi ama gerçekten hafızamdan silinmeyecek sahnelerle dolu, bu kadar başarılı bir film beklemiyordum. Asghar Farhadi’nin bir önceki filmi ‘Darbareye Elly’ de iyi eleştiriler almıştı ama izlememiştim nedense. Onu da izledim daha sonra ve ona da bayıldım. Neyse, ‘Bir Ayrılık’a dönecek olursak; bu senenin en çok konuşulan filmlerden biri sanırım. İzleyip de beğenmeyen çok fazla insan olacağını sanmıyorum. Daha filmin başlangıcında yükselen tempo, hiç düşmüyor. Seyirciyi kendisine bağlıyor ve film boyunca düşünmeye zorluyor. Sadece izlediğiniz filmlerden değil kesinlikle. Sevmeye başladığınız karakteri beş dakika sonra sizin gözünüzde düşürüp, yirmi dakika sonra ise “ama aslında nedeni varmış” dedirtebiliyor ve sonra yine aynı döngüyü uygulayabiliyor. Karakterleri sütten çıkmış ak kaşık ya da şeytanın ikizi olan filmlerden değil, karakterleri insan olan bir film bu. Dünyanın neresinde olursa olsun insan hep aynı düşüncesini pekiştiriyor. Din konusuna giriyor, adalete el atıyor, ilişkilere değiniyor, kısacası insana dair her türlü duyguyu işliyor denebilir. Ustaca yazılmış bir senaryosu, izleyeni merağa sürükleyen ve sürekli şaşırtan bir kurgusu var. Senaryo ve kurgudaki bu başarı filme dinamik bir özellik katmış. Nasıl bittiğini anlamıyorsunuz. Bu akıcılığının bir diğer mimarı ise oyunculuklar. Bütün oyuncular ödüllük performanslar sergiliyorlar ama sanırım senaryo ve filmin genel başarısından ötürü biraz geri planda kaldı oyunculuklar. Hakkında söyleyecek çok şey var ama bi’ tanesini yazmak isterken, diğeri geliyor aklıma; bir türlü yazamıyorum. Kısacası Oscar’ın en büyük favorisi ve senenin en iyi filmlerinden biri.
4 Şubat 2012 Cumartesi
2012 Oscar Aday Adayları 8 – Sykt Lykkelig (Norveç)
Kuzey Avrupa’dan çıkan filmlere karşı nedenini tam anlatamadığım bir sempatim var. Bu beğenim benim izleme fırsatı bulduklarımın genelde en iyi örnekler olduğundan ama olsun. Onların kullandıkları renkler, hayata bakışları, mizahları farklı ve samimi geliyor bana her seferinde. ‘Sykt Lykkelig’ de benim yüzümü kara çıkarmadı. İlişkiler üzerine yapılmış başarılı bir dram-komedi, bir kara mizah. Kara mizah derken ‘Olacak o kadar’ gibi bir şey gelmesin aklınıza. Norveçli, tek çocuklu, sorunları olan bir çift ve onların hemen yanındaki eve taşınan Danimarkalı, görünüşte ‘mükemmel’ çiftin ayrı ayrı ve giderek iç içe giren ve sonraları karmaşıklaşan ilişkilerini anlatıyor film. Çok başarılı bir senaryosu var. Aslında her şeyi gözler önüne seren ama ilk izleyişinizde çözemeyeceğiniz detaylar çok akıllıca. Klasik karakter özellikleri kullanarak aslında bambaşka karakterler yazmış senarist. Yönetmen ve oyuncuların başarısı ile birlikte güzel işleyen bir film çıkmış ortaya. Filmi izlemeye başladığınız zaman, klasik bir hikaye gibi gelmesi çok normal ama göründüğünden çok daha derin bir hikayesi var bence. İlişikiler üzerine konuşurken film, bir yandan da çocukları kullanarak direkt mesajlar vermeyi de ihmal etmiyor. Anne-babanın ilişkisinin çocukları nasıl etkilediğini gösteriyor ama hiçbir zaman çocuklar üzerinden ajitasyon yapmıyor. Bu noktada benim bir kez daha gönlümü alıyor. Değinilmesi gereken bir noktada filmin müzikleri. Bazı Avrupa filmlerinde İngilizce şarkı seçimi yakışmıyor ama burada anlatılan hikaye çok daha evrensel, o yüzden yakışmış müzikler. Filmi izleyen çoğu kişinin, film bitiminde müziklerini araştıracağını düşünüyorum. Sonuçta son beş film arasına kalamadı ama keşke kalsaydı. Bu tarz filmlere daha çok önem verilmeli bence.
3 Şubat 2012 Cuma
2012 Oscar Aday Adayları 7 – Violeta Se Pue A Los Chielos (Şili)
Yabancı film dalında oscar aday adaylarını izlemek için aday listesini açtığımda gözüm ilk olarak Şili’yi aradı. Öyle çok fazla Şili filmi izlemedim ama birkaç senenin adaylarını izlemiş ve beğenmiştim. Genelde ‘ödül alabilecek’ filmler yerine küçük bütçeli, bağımsız filmleri göndermeyi seçiyorlar; ve hoşuma gidiyor bu durum. Oscar adayı olan ‘Pina’ gibi bu film de, bir sanatçıya ithafen yapılmış. Yalnız bu filmde belgesel tarzı uygulanmamış. Şilili sanatçı Violeta Parra’nın hayatını anlatıyor. Tanımlamanın zor olduğu biri Violeta Parra. Bir müzisyen, bir şair, bir ressam ve daha nicesi. İçinden gelen her şeyi yapıyor. Yaptığı her işte de başarılı oluyor çünkü yaptığı her şeyi insanlar için yapıyor ve içinden geldiği gibi yapıyor. Kişilik olarak çok günlük hayatta gördüğümüz insanlardan çok uzak. İnsanların genelde aradıkları şeylerle işi yok onun. Para ve güç aramıyor, aşk ve daha güzel şeyler arıyor sürekli. Ruh hali her an değişebiliyor; çocuklarını bile geride bırakıp, yapmak istediğini yapmaya gidebiliyor. O hep yaptığı işte daha iyi olmayı ve yaptığını daha çok insana anlatmaya çabalıyor. Eksikliğini hissettiği, onun için en önemli şey ise aşk. Hakkında şarkılar yazıp, söylese, resimler yapıp, nakışlar dikse de, aşksız olmuyor. Violeta Parra böyle biri ve onun yaklaşık 50 yıllık hayat hikyesine konuk oluyor yönetmen. Bunu sürekli yanında duran bir arkadaşıymış gibi, mesafesini arttırmadan yapıyor. Ben beğendim filmi ama bir başyapıt değil kesinlikle. Filmlerde olaylardan başka şeyler arayanların daha çok seveceği, güzel bir film. Daha çok Şili filmi izlemek gerekiyor sanırım.
Read more...2 Şubat 2012 Perşembe
2012 Oscar Aday Adayları 6 – Pina (Almanya)
Fransız sineması daha çok övülse de, ben Alman sinemasını nedense bir tık daha önde görüyorum. Neredeyse her sene oscar yarışına iddaalı bir film gönderiyorlar. Keza bu sene de öyle. Pina Bausch’u anmak adına yapılan müzikal-belgesel, bir çok festival gezdi, birçok ödül, bol bol da övgü aldı ve sonunda oscar adayı olmayı başardı. Ben filmde izlediğimiz tarzda bir dans türüne alışık değilim, pek alışmasam da iyi olacak sanırım. Türkiye’de izleme fırsatı bulabileceğimi pek sanmıyorum. Alışık olmamama rağmen, filmden inanılmaz zevk aldım. Belgesel türünün de pek fanı olmadığımdan dolayı, bu filmi izlemeyi sürekli erteliyordum. Şimdi biraz kızıyorum kendime bu yüzden. Dansçıların canlandırdıklarını sahneler çok duygu dolu, çok gerçek ama onun dışında bu tarz danslardan zevk almayan biri bile filmi zevkle izleyebilir. İnanılmaz akıcı bir kurguya sahip. İçinde bulunan herkesin gerçekten bu işe inandıkları çok belli ve bu performanslarına da yansımış. Sadece işini iyi bilen bir grup insan böyle güzel bir film yapamaz bence. Gerçekten bu filmi yapmak istedikleri belli ve bu samimiyet filmi beğenmemdeki en büyük etken. Evet film çok güzel, hatta büyük ihtimalle geçtiğimiz senenin en iyi filmlerinden biri ama karşısında çok büyük bir rakibi var, ‘Bir Ayrılık’. Bu yüzden ödül şansını düşük görüyorum ama yabancı film kategorisinde sürprizler olabiliyor. Geçtiğimiz senelerde bolca oldu bu tarz olaylar. Ödülü ‘Bir Ayrılık’a vermezlerse inşallah ‘Pina’yı seçerler.
2012 Oscar Aday Adayları 5 – Pa Negre (İspanya)
İspanyol sinemasını seviyorum sanırım. Her türlü konuda güzel film çıkartıyorlar ama yaşadıkları iç savaş dönemini anlatan filmleri hep ön plana çıkıyor. O yüzden oscar aday adayının yine bu konuda olması abes kaçmıyor hatta ‘Katalanca’ bir film göndermeleri benim için büyük sürpriz oldu. Randevu İstanbul’da gösterildi ‘Pa Negre’. Son beş film arasına kalamadı, zaten öyle çok alkışlanacak bir film de değil ama izlenebilir. Yine çocuk üzerinden anlatılan bir savaş hikayesi. Aslında savaşın sonrasını anlatıyor. Biraz zengin-fakir işlerine giriyor, biraz da soyut kavramlara giriyor; hafif çorba yapıyor sanki. Aralarına belirgin bir çizgi çekemiyor bir türlü. Bir ordan bir burdan anlatıyor. Yönetmenin katmaya çalıştığı fantastik hava çok yakışmış filme. Görüntüler, geçişler filmin anlattığı zamanlara iyi oturmuş. Oyuncular açısından ise maalesef çok şansızmış yönetmen. Bir-ikisi hariç sağlam ve tutarlı bir performans sergileyen yok. Belki de senaryonun dengesizliğinden olabilir ama hepsi bir karakter oluşturmaktan çok, sadece senaryoda yazanı oynamaya çalışmış gibi. Sonuçta filmin son beşe kalmaması normal; izleyicisine pek bir şey sunmuyor yeni olarak.
1 Şubat 2012 Çarşamba
2012 Oscar Aday Adayları 4 - Los colores de la montaña (Kolombiya)
Kolombiya’nın seçimi de, pek bir özelliği olmayan, sırtını içerdiği politik konusuna dayayıp, ödüller bekleyen bir film. Türkçe altyazısında ‘Gökkuşağı Dağı’ olarak çevirilmiş ama ‘Dağın Renkleri’ anlamına geliyor ismi. Bizlere pek yabancı olmayan olaylar yaşanıyor aslında filmde. 80li yıllarda Güneydoğu’da yaşanan olaylara çok benziyor. Ülkede iç savaş var, köylerde yaşayanlar ise gerilla ve asker arasında kalmış. Tarafsız kalmanın imkansız olduğu zamanlar. Bunları anlatırken de, küçük bir çocuğun dünyasına konuk oluyor film. Artık bu tarz filmleri çocuk ağzından anlatmak farz oldu. Başka türlü yapınca yeteri kadar dramatik olmuyor herhalde. Filmi ‘acıklı’ hale getirmek için fazla kasmışlar. Mayınlı bölgeye kaçan çocukların topu, gerilla abisinin kardeşine gönderdiği mermiler, köylerinden göç etmek zorunda kalan çocukların okuldan bir bir ayrılması gibi olaylar çok yapmacık duruyor filmde. Aslında bu olaylar ‘klasik’ olarak da nitelendirilebilir herhangi bir filmde ama klasik ile klişe arasındaki çizgiyi bayağı fazla geçmiş ne yazık ki. Yönetmenin çocuk oyunculardan aldığı verim de pek iyi sayılmaz. Kimi zaman inandırıcı olabilirken, kimi zaman da filmden kopmaya neden olabilecek kadar yavaş ve kötü performanslar var. Sonuç olarak vasat bir film çıkmış ortaya. Kolombiya’nın filmin politikliğinden medet umarak göndermesi biraz basitçe kaçmış. İzlenmese bir şey kaybedilmeyecek bir film.