Glee - Brittany / 2
Brittany: You look terrible. I look awesome.
Annoying Orange : It's funny because it's true
Brittany: You look terrible. I look awesome.
Annoying Orange : It's funny because it's true
Requiem
Hans-Christian Schmid kesinlikle takip edilmesi gereken yönetmenlerden. Imdb'ye bakarak bile bunu söylemek mümkün. Alman sinemasına olan merakımı arttıran adamlardan birisi. Karakteri ele alışı çok mükemmel. Gerçek bir hikayeyi daha ne kadar iyi senaryolaştırabilirlerdi bilmiyorum. Filmin içeriğinden dolayı gelen dehşetle birlikte hayran hayran izledim filmi. En kısa zamanda bütün filmleri izlenecekler listesinde artık.
Chloe
Akbank galası olmasa festivalde izlemeyi düşünüyordum ama daha fazla para vermek istememiştim. Kadrosundaki Amanda Seyfried'in neden bu aralar bu kadar popüler olduğu sorusunu bir daha aklıma getirdi. Film neredeyse onun performansına bakıyor ama o istenileni veremiyor maalesef. Konusu çok orjinal gelmese de gayet ilgi çekici, kadrosunda Julianne Moore, Liam Neeson gibi isimler varken ortaya çıkan iş ortalamanın biraz üstü.
Linkeroever
Avrupa'dan çıkmış eli yüzü düzgün bir korku filmi. Aslında tam korku filmi değil ama o yönüde var. Belçika'da hangi dili konuştuklarını bir türlü çözemedim ayrıca. Bazen ingilizce, bazen almanca duydum bazen de fransızca duydum sandım. Bu Flemence ortaya karışık bir dil herhalde. Hakkındaki uzun yazım şurda
Son zamanlarda Bosna’da çekilen nadir filmlerden biri “Snijeg”. Film daha önce iki kısa filmi bulunan Aida Begic’in ilk uzun metraj denemesi. Senaryo yazımında pek küçük sayılamayacak bir grupla beraber çalışmış. Kendisi şehirde büyüdüğü ve köyde oturan yakın akrabası olmadığından, film için çok fazla araştırma yapmış ve güzel bir senaryo için beş kişilik bir ekip oluşturmuş. Filmde birçok önemli karakter var; ama tam anlamıyla başrol diyebileceğimiz tek karakter olan Alma’yı Zara Marjanovic canlandırıyor. Tam bir festival filmi olarak adlandırılabilir. İlk olarak Cannes Eleştirmenler Haftası’nda gösterilip büyük ödülü aldıktan sonra, neredeyse gösterilmediği önemli festival kalmamış filmin. Toronto, Berlin, Varşova bunlardan sadece birkaçı.
94-95 yılında Bosna’da yaşanan savaştan yaklaşık 2 yıl sonrasından başlıyor anlatmaya yönetmen. Savaşta bütün genç erkekleri öldürülen bir Bosna köyündeki, kadınların mücadelelerini, savaşın arkasında bıraktığı etkileri sunuyor önümüze. Köyde sadece iki erkek kalmış. Birisi korktuğu zaman saçı uzayan bir çocuk, diğeri ise köyün tek yetişkin erkeği olan yaşlı bir dede. Kadınlar reçel, turşu ve benzeri konserveler yapıp satarak geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar; ama bu pek de mümkün olmuyor, çünkü yakın çevrede onların ürünlerini alabilecek pek fazla insan yok. Ana yola satışa çıktıkları bir gün, ürünlerine çarpan tırın şoförü Hamza, birkaç gün sonra tekrar gelip mallarını dağıtma sözünü verince tekrar ümitleniyorlar. Sadece Alma’nın üzerine yoğunlaşmıyor film, diğer yandan köyün diğer kadınlarının daha cesetlerini bile göremedikleri kocalarının / babalarının / çocuklarının acılarıyla nasıl baş etmeye çalıştıklarını da anlatıyor. Köyün bu yarı ümitli – yarı huzurlu hali köyü satın almak için gelen kişiler tarafından bozuluyor. Kimisi teklif edilen ciddi miktarda parayı almayı düşünürken, kimisi köyünü terk etmemekte ısrar ediyor.
Karakter oluşturmakla ve köyü tanıtmakla geçen ilk sakin yarım saatin ardından, köye gelen emlakçılarla birlikte daha gergin bir ortam oluşturuyor film ve ikisini de çok iyi başarıyor. Her karakter için ayrı renkler seçilmiş. En göze batanı ise Alma’nın rengi olan mavi. Özellikle birkaç kez tekrarlanan abdest alma sahnesindeki mavi renk cidden göz alıcı. Çoğunlukla kapalı ya da dar ortamlarda geçiyor film, bu durum kamera açıları açısından çok fazla çeşitlilik sağlamıyor; ama daha önce bahsettiğim abdest sahnesindeki kamera kullanımı ve yakalanan renk uyumu yönetmenin yeteneğini gözler önüne seriyor. Yönetmenin filmdeki en büyük başarısı ise oyuncu yönetimi. Filmde sırıtan oyunculuk hiç yok. Her karakter için özel olarak çalışıldığı ve üzerine çok düşüldüğü çok belli. Özellikle ana karakter Alma, filmi performansıyla sırtlıyor diyebiliriz. İçten içe bir şeylere güvenmek isteyen, korkan; ama bunu kesinlikle belli etmeyen birini daha iyi canlandıramazdı herhalde. Karakterler gerçek hayattan esinlenerek yaratılmış. Örneğin korktuğu zaman saçları uzayan çocuğun hikâyesini şöyle anlatıyor yönetmen.
“Savaşı başından beri yaşayan bir arkadaşım vardı. Çok küçükken saçları uzundu ve bir kız gibi gözüküyordu. Kız gibi gözükmesi onun hayatını kurtardı; ama babasının ölümünü izlemek zorunda kaldı. Bu olay korktuğu zaman saçı uzayan ve böylelikle kamufle olan bir cinayet tanığı yaratmamda etkili oldu.”
Karakterlerin çok gerçek ve inandırıcı olması, filmin insan üzerinde bıraktığı etkiyi daha da derinleştiriyor. Yönetmenin olaylara ve karakterlere uzaktan bakışı ve filmi sadece bir cesaret hikâyesi, sadece yaşadıkları onca şeye rağmen hala dimdik ayakta kalan kadınların filmi yapmayışı, filmi benim gözümde daha da yüksek bir yere koydu. Hem Bosna’da kalanların yaşadıklarını görmek hem de her açıdan oldukça başarılı bir film izlemek isteyenler için harika bir seçim “Snijeg / Snow”.
Ben üzülmem, sen ağla
Dert dinlemem, anlat orda burda
Çoktan ayrılmışız aslında
Ben söylemem, sen anla
Böyle Özlem Tekin sözlerini daha çok görmek istiyorum. Başı dik, lafı dolandırmadan anlatan şarkılar....
© Blogger templates ProBlogger Template by Ourblogtemplates.com 2008
Back to TOP